Neyzen Ali Doğan Ergin ile – Nebahat Konu
Neyzen Ali Doğan Ergin, Türk Klasik ve Tasavvuf Müziğinin en önemli isimlerinden. Eşi Tülin Alkan Ergin ile bir telif konusu için tanışmamızdan sonra üstadın müstesna kimliğini keşfetme sürecim başladı. Tülin Hanım’ın son derece zarif, duygulu yaklaşımı bu tanışma sürecini hızlandıran etki oldu. Mûsıkî kültürümüzün en önemli simalarından olan Doğan Ergin’in öne çıkmadan gerçekleştirdiği pek çok girişimi anladıkça, aslında sanatını hayatı olarak yaşamış bir şahsiyeti ve onun mütevazi dünyasını keşfettim. Hayatı boyunca bir Mevlevi’yi, bir Sufi’yi, sonsuz bir insan sevgisini barındırdığı kalbini bir krize teslim ettiği 29 Haziran 1998 gününe kadar çalışmayı, araştırmayı bırakmamış bir şahsiyeti anlamak, kavramak, onunla hemhal olmayı gerektiriyordu. Hakkında bir analiz yazmak yerine böyle önemli bir şahsiyetle doğrudan bir sohbet gerçekleştirmenin daha doğru olacağı kanaatini eşi Tülin Ergin Hanımefendi’ye ifade ettiğimde aldığım müspet cevap beni son derece memnun etti. Haftalarca zihnimde ve yüreğimde yaptığım bir sohbeti vuslatının 22. yılında sizinle paylaşarak bu eşsiz, prensip sahibi ve sağlam karakterli olarak tanınmış, esaslı mûsıkî bilgisine rağmen bu yolda şöhrete değil, daima hizmete talip olmuş şahsiyeti en yalın bir şekilde anmak istedim.
Nebahat Konu
Bize biraz kendinizi tanıtır mısınız?
1941 Yılı’nda Çanakkale’de doğdum. Babam Niyazi Bey Çanakkale Mûsıkî Cemiyeti hocalarındandı. İlk, orta ve lise tahsilimi Çanakkale’de tamamladım. Mûsıkî ile tanışmam çocukluk yıllarına dayanır. Bu arada rahmetli annemi yâd etmeden olmaz, annem Fethiye Hanım’dır. Biz iki kardeşiz, bir de ablam Öznur Oktay var.
Mûsıkîyle ilk temasınızı çocukluk yıllarına dayandırdınız. Biraz açar mısınız?
Evet, o yıllarda babam Çanakkale mûsıkî cemiyetinde hocalık yapıyordu. Ancak ud ile olan diyaloguna çocukluk yıllarımdan aşina idim. Zaten besteleri olan mûsıkî ile haşır neşir bir insandı. Ayrıca cümbüş de çalardı. Mûsıkîyle amatörce ilgilenirdi. Çünkü asıl mesleği fotoğrafçılıktı. Aslında babam çok yönlü bir insandı. Çanakkale’de ilk bisiklet sporunu yaygınlaştıran babamdı. Ancak amatörce uğraşırdı dediğime bakmayın, iyi derece nota bilir, beste yapardı.
Peki, mûsıkîye olan yatkınlığınızı nasıl anladınız?
Kabiliyetimin farkına varılması ilk çocukluk yıllarıma dayanır. Doğrusu ben pek hatırlamıyorum. Ancak ablam nakleder. Çocukluğumda evimizin yakınındaki sazları kesip mızıkalar yaparmışım. Bunu anlamaları da evde kaybolan bıçaklardan anlaşılmış. Tabii annem çok kızar, “sen çalgıcı mı olacaksın?” deyip beni azarlarmış. Ancak ben bıkmadan annem tarafından kırılan mızıkalarımın yerine yenilerini yaparmışım. Annem galiba müziği bir meslek olarak addetmiyordu. Asıl işimin bu olmaması gerektiğine inanıyordu. Galiba biraz babamı örnek alıyordu. Ancak çok geçmeden düşünceleri değişti. Bir bayram topladığım bayram harçlıklarını biriktirerek satın aldığım bir kavalla Medeni Aziz Efendi’nin “Kerem eyle mestane kıl bir nigâh” eserini hatasız çıkardığımı görünce babam benim bu yeteneğimi işlemeye karar verdi. Zaten ondan sonra annem de yeteneğime karşı olumsuz tutumunu bıraktı.
O zaman ilk hocanız babanız mıydı?
Evet, babam bana ilk mûsıkî derslerimi veren insandır. Başlangıçta ben de babam gibi ud ve cümbüş kullanıyordum. Fakat radyoda dinlediğim ney sazının da hayranıydım. Babama durumu anlattım ama Çanakkale küçük olduğu için ney üfleyen de yoktu, satın alınacak ney de. Bunun üzerine Ankara Radyosu ney sanatçılarından Hayri Tümer’e bir mektup yazıp Çanakkale’de yaşadığımı, liseye gittiğimi, ney öğrenmek istediğimi ve ne yapmam gerektiğini sorup, mektubun sonuna da adresimi yazarak Ankara Radyosu’na postalamıştım. Bir gün kapı çaldı, açtım baktım bizim postacı; “Doğan, sana bir çuval geldi.” dedi, Merakla hemen çuvalın bağlarını çözdüm, birde ne göreyim, bir takım yani Bolahenk, Süpürde, Yıldız, Kız, Mansur, Şah akortlarında neyler ve elle yazılmış notalar, teknik bilgiler, tarifler…
Hiç tanımadığı genç bir ney meraklısına gösterdiği bu ilgi ve yardımla beni neye karşı teşvik eden merhum Hayri Tümer’i her zaman şükranla, hayırla yâd ederim. Bilirsiniz merhum, Fatih türbedarı Ahmet Amiş Efendi’nin kızından torunudur.
Bu dönemde başka hocalarınız oldu mu, yoksa sadece babanızın gayretlerine mi aşina oldunuz?
Babamın Cemiyette beraber çalıştığı Musullu Hafız Osman’ın talebesi Melekzâde Muallim Münip Pekin’den çok istifade ettim. Zaten sonrasında ortaokul ve lise dönemimde cemiyete iştirak etmeye başladım.
Ses, saz?
Ben daha ziyade ney sazımla iştirak ediyordum. Zaten sazıma olan tutkum başka bir yöne girmeme fırsat vermezdi.
Lise yılları baba ocağında geçen bir süreci ihtiva ediyor. Ancak sonrasında biraz sizin için zor bir dönem oldu galiba.
Biraz öyle… Liseyi bitirdikten sonra Çanakkale Milli Eğitim ve Sivil Savunma Müdürlüklerinde iki yıl memuriyet yaptım. Baktım ki olmuyor. Müzik daha ağır basıyor. 62 yılında memuriyetten ayrıldım ve İstanbul Belediye Konservatuarı’nda tahsile başladım. Belirli bir alt yapım olduğu için bir yıl sınıf atlatıldım. Öğrenciliğim sırasında Talebe Cemiyeti Başkanlığı da yaptım. Bu dönem benim için çok verimli oldu.
Hocalarınız kimlerdi.?
Münir Nurettin Selçuk, Şefik Gürmeriç, Süheyla Atmışdört, Şive Ölmez, Melahat Pars, Halil Bedii Yönetken, Naime Batanay gibi üstatlardan ders aldım. Zaten sonrasında da yani konservatuardaki son yılımda, ki 1965 yılıydı galiba, icra heyeti şefi Münir Nurettin Selçuk ve Sanat Kurulu Başkanı Şefik Gürmeriç hocalarımın büyük ilgi ve desteğiyle konservatuar icra heyetine kadrolu ney sanatçısı olarak tayin oldum. Bu görevimi 1968’e kadar devam ettirdim.
Sizin klasik müzikle beraber tasavvuf müziğine karşı da büyük bir ilginiz var. Bu nasıl oluştu?
Ney üflemeye başlamakla enstrümanın yapısından da kaynaklanan ilahi duyguları yüreğinizde hissediyorsunuz zaten. “Mevlevîliğe doğru” gazel formundaki eserimi İstanbul’a gelmeden önce yazmıştım.
Bizimle paylaşabilir misiniz?
Tabii.
Bir gonca-i Mevlânâ deyip, nâya kapıldık
Mecnûn olarak böylece sahrâya kapıldık
Âlemdeki gamlarla harâbâta düşerken
Bir nûr-u mücessem gibi feryada kapıldık
İhvân olup âyin-i ilâhiye dalınca
Efsunlu semâlardaki deryâya kapıldık
Ummâna dalıp gonca/i billûru ararken
Rüyâdaki pinhân-ü hüveydâya kapıldık
Bir şair-i Ergün ile Mevlaya kapıldık
Bu şiirim, Türk Yurdu Dergisi’nin, Temmuz 1964 tarihli “Mevlânâ” özel sayısında yayınlandı. Burada belirtmek isterim ki bestelediğim eserlerimin pek çoğunun güftesi bana aittir. 1963 Yılı’ndan itibaren İstanbul Radyosu’ndan hocam Sadettin Heper her yıl Aralık ayında Konya’da yapılmakta olan Mevlânâ’yı anma ve sema törenlerine neyzen olarak katılmamı sağladı. Konya’ya gitmemle aşkım daha da arttı. Sonrasında Hocam Sadettin Heper vefat edince, 1978 yılından itibaren neyzen başı olarak tayin olup, topluluğun Mutrıp Heyeti Başkanlığı’na getirildim.
1968 Yılı’na kadar konservatuarda Türk Mûsıkîsi İcra Heyetinde görev yaptınız. 1966 Yılı’nda bir radyo süreci başlıyor. Öyle değil mi?
Evet, 1963 yılında İstanbul Radyosu’nda Ulvi Erguner yönetiminde “Neylerle saz eserleri” programlarına katılırdım. 1966 Yılı’nda İstanbul Radyosu’nun ney sanatçısı sınavını kazanarak, radyoda kadrolu ney sanatçısı olarak çalışmaya başladım.
Eşinizle tanışmanız bu yıllara mı dayanıyor?
Hayır, Tülin Hanımla konservatuardan arkadaştık. O, 1965 yılında okulu bitirdikten sonra radyoda memur olarak göreve başladı. Ben de radyoya başladıktan bir süre sonra evlendik. Tarihini unutmam 28 Kasım 1966 idi. Bizi bir araya getiren müzik tutkumuz ve aşkımızdı. Zaten müzikle o kadar iç içeydik ki, eserleri hep beraber geçerdik.
Ney’i geliştirmenizde size etki eden hocalarınız oldu galiba?
Evet, özellikle Ney tavrımın gelişmesinde babamın vasıtasıyla tanıdığım ve radyoda da beraber çalıştığım üstat Niyazi Sayın’ın büyük etkisi oldu.
Siz müziğimizi yurt dışında pek çok kez icra edip, temsil ettiniz.
Evet, haklısınız. Müziğe olan yatkınlığım benim için bir avantajdı ama benim en büyük şansım hocalarımın beni desteklemesi ve önümü açmasıdır. Hatta hiç unutmam bir gün Sadettin Heper hocam yanıma geldi ve bana: “Doğan gidiyoruz, geliyor musun?” dedi. Ben de şaşkınlıkla; “Nereye hocam?” dedim. “Fransa, Paris” diyerek benim ilk yurt dışı konser maceramı başlatmış oldu. Ardından pek çok kez yurt dışına çıkma imkânım oldu.
Sizin aynı zamanda bir efsane olan “Klasik Türk Sazları Beşlisi” grubunuz oldu. Bu grubun kuruluşu nasıl oldu?
O dönemde birlikte icra yaptığımız ve çok iyi anlaştığımız bir grubumuz vardı. Kemençe’de Nihat Doğu, kanunda Cüneyt Kosal, tamburda Abdi Coşkun, Ritim Sazda ise Vahit Anadol bulunuyordu. Devamlı beraber icralarda bulunmamız bizim için büyük bir avantaj oldu. Zaten uzunca bir süredir ne yapabiliriz diye de düşünüyorduk. Ama bu grubun ortaya çıkış amacı sadece bir uyum saiki değildi. Bizim için önemli olan Türk Klasik ve Tasavvuf Müziği’nde kaybolmakta olan saz eserlerini kayıt altına alarak repertuara katmaktı. Aynı zamanda bu eserleri temiz ve üst bir icra ile geniş kitlelere tanıtmak istiyorduk. Bu niyetimizde de başarılı olduğumuzu düşünüyorum. Sonrasında sadece saz eserleriyle yetinmedik ve festivallerde Ahmet Özhan ile birlikte konserler verdik.
Bu grub ciddi bir ilgi uyandırdı galiba?
Evet, pek çok kez gazete ve dergilerde haber olarak ilgi gördük. Aynı zamanda icramızın kalitesinden ve titizliğimizden ötürü pek çok kez yurt dışında konser verdik. Mûsıkîmizi tanıtmak ve yaşatmak adına amacımıza ulaştığımız söyleyebilirim. Zaten sonrasında grubumuzu genişleterek Radyo bünyesinde İstanbul Türk Klasik ve Tasavvuf Müziği Topluğunu kurduk. Topluluğun şeflik görevini de ben icra ettim.
Bu tasavvuf müziği topluluğunun varlığı sizin için önemli bir konumdu. Bunu nasıl açıklarsınız?
Bu topluluğun önemi benim için sadece bir topluluk kurmaktan kaynaklanmıyor. Bu topluluk aynı zamanda radyo bünyesinde kurulan ilk tasavvuf topluluğudur. Böylesi bir ilki gerçekleştirmek benim için önemlidir.
Aslında ilkleriniz bununla kalmıyor. Bayan seslerin Tasavvuf Müziği’ne girişine de siz vesile oldunuz? Bu nasıl gerçekleşti.
O dönemde Serap Hanım (Mutlu Akbulut) Tasavvuf Müziği’ne karşı büyük bir sevgi besliyordu. İcralarımıza katılmak için bir talepte bulundu. Ben de bu talebi kırmadım. Ardından İstanbul Radyosu’ndaki bütün hanım arkadaşlarımız da iştirak ettiler.
Siz çevrenizde de disiplinli bir sanatçı olarak tanınıyorsunuz.
Doğrudur. Bu bir mizaç meselesi galiba… Disiplinli olmanın pek çok faydasını gördüm. Ancak disiplinli oluşumun başkaları için bir otorite baskısı oluşturmamasına dikkat ederim. Belki de hafızayı beşer nisyan ile maluldür sözünden ötürü önemli gördüğüm konuları hafızama emanet etmem. Devamlı notlar tutarım. Ortak alanlarda başkalarının haklarına saygı göstermeye çalışırım. Pek tabi ki sazıma olan saygı ve sevgimden ötürü icra esnasında hata yapmamak için azami gayret gösteririm. Bu da çok çalışarak ve iyi provalarla gerçekleşecek bir durumdur. Bunu gerçekleştirmenin tek yolu da disiplinli bir çalışma gerçekleştirmektir. Disiplin kavramını sadece iş içinde düşünürseniz bu kavramla olan ilişkiniz bir yabancılaşma hikâyesine döner. Oysa benim için çalışmak ya da disiplin bir hayat tarzıdır. Örneğin yaya geçidi olmayan yerden karşıya geçmem. Geçit yüz metre ötede ise oraya kadar yürür ve geçidi kullanırım. Bu benim için hem ortak alanlara hem de amaca olan bir saygıdır.
Aslında bu kadar disiplinli ve titiz olmanıza rağmen çevrenizde son derece munis bir insan olarak tanınıyorsunuz!
Ben hayatım boyunca ölümden hiç korkmadım. Ölüm benim için bir yok oluş değil bir geçişi temsil etti. Ölümü hakikat âlemine bir kapı olarak telakki ederim. O yüzden bu dünyadaki meseleler karşısında aldığım tutumda en etkili olan saikim bu duygumdur. Belki bu yüzden sorunları, meseleleri başkalarına yük etmeden kendim çözmeye çalışırım. Kâinattaki bütün varlıklar Mevla’nın çeşitli görüntüleridir. İnsan kendisinde saklı olan bu ilahi sırra aşkla erişir ve bilgi sahibi olur. Bunun için insan kâinatın özüdür. Muhtemeldir ki bu tutumum ve düşüncelerim beni başkalarının şahsı nazarında müspet bir yere oturtuyor. Bu bakış beni ziyadesiyle memnun eder.
Sizin aynı zamanda kendinize ait olan ve musikiye nazari olarak hâkimiyetinizi de ifade eden bir makamınız var. Bunun öyküsünü de anlatır mısınız?
Ferahnâk Aşiran makamından bahsediyorsunuz.
Evet.
Bu Ayin-i Şerif 1984 yılı nisan ayında New York’ta bulunduğumuz sırada, seyri ilhamıma gelmiş olan bir ilahi bestelememden sonra oluştu. Değerli dostum Tuğrul İnançer aynı makamda bir âyin-i şerif bestelemem için güftesini ve güftenin Türkçe meâlini hazırlayıp, beni ısrarla teşvik edince, şükürler olsun ki Allah’ın ve Hz. Mevlânâ’nın büyük lütufları ile 1986 Yılı’nda, Aralık Ayı’nın ilk günü Ferahnâk Âşîran Ayini Şerifi bestelemek nasip oldu. Ayine Cüneyt Kosal sağ olsun bir peşrev besteledi. Bir de bu makamdan bir takım ile (Beste, Ağır Semâî, Yürük Semâî…) dört ilâhi besteledim. Benim için sevindirici diğer bir hâl, bazı arkadaşlarımın da bu makamda besteledikleri eserlerini sürpriz olarak bana getirmeleri ve bu makamın ilk repertuar dağarcığına katmaları olmuştur.
Bu makamdan ilk etapta kimler eser besteledi?
Cüneyt Kosal, Devri-kebir usulünde bir peşrev ve ağır aksak usulünde bir şarkı besteledi. Fethi Karamahmutoğlu bir şarkı, bir peşrev, bir saz semâîsi, Ümit Gürelman bir şarkı ve Hasan Esen bir saz semâîsi besteleyerek bana getirdiler. Nasıl memnun olduğumu anlatamam.
TRT repertuarında kaç eseriniz var?
TRT Repertuarı’nda özellikle şarkı ve ilahi formlarında eserlerim bulunuyor. Ferahnâk Aşirân makamından bir Mevlevî Âyîni ile aynı makamda beste, ağır semâî ve yürük semâîden oluşan klâsik bir takım ve dört ilahi besteledim. Ayrıca çeşitli makamlardan bestelediğim birçok şarkı, 19 ilâhi ve 2 saz eserim bulunuyor.
Kültür ve Turizm Bakanlığı İstanbul Devlet Türk Müziği Korosu’nda hangi yıllarda bulundunuz?
1976’da kurulan Kültür Bakanlığı İstanbul Devlet Klasik Türk Müziği Korosunda kuruluşundan itibaren 1983’e kadar çalıştım.
Bir de arkadaşınız Andaç Arbaş ile birlikte 1990 Yılı’nda kurmuş olduğunuz Mevlânâ Kültür ve Sanat Vakfı (MEKÜSAV) var. Bu vakıf hangi ihtiyaç ile kuruldu, amacınız neydi biraz bahseder misiniz?
Mevlevîlik kültürünün yurdumuzda uzun süreden beri sadece şahsi gayretlere adeta terkedilmiş olmasından kaynaklanan olumsuzluklar oluşmuştu. Bu gayretlerin bir araya getirilmesi ve seviyesinin korunmasını gerekiyordu.
Nasıl olumsuzluklar?
Hz. Mevlânâ’nın yüzyıllardan günümüze akıp gelen manevi kültür potansiyeli içeriğinde; güzel ahlak, iç özgürlük, hoşgörü, aşk, disiplin olguları özellikle hâkimdir. Her biri ayrı bir sûfizm kural ve kutsallığını içeren bu hususlardan yoksun, sadece içeriksiz bir görselliğin sergilenmeye çalışılması gibi olumsuzluklar vardı. Bunlardan dolayı vakıf fikri oluştu. Mevlevîlik kültürünün ocağı, akademi ve konservatuarı kabul edilen mevlevîhanelerden yetişip, hayatta olan son dönem yetkililerin direktifleri ile seçilip, yetkilendirilerek yakın arkadaşım, manevi kardeşim, Andaç Arbaş ile birlikte oluşturduk. Mevlana Kültür ve Sanat Vakfı’nın icra organı olarak faaliyetlerimizi yurt içi ve yurt dışında sürdürdük.
Radyoda Neyzenliğiniz yanında yapmış olduğunuz diğer görevleriniz nelerdi?
İstanbul Radyosu Türk Tasavvuf Müziği koro şefliği, icrâ denetleme kurulu üyeliği ve Tasavvuf Müziği Repertuar Kurulu üyeliği görevlerinde bulunuyordum.
Not: Üstat Doğan Ergin’i anlamamda yazılı eserleriyle yardımcı olan Bircan Özpekel, Cüneyt Kosal, Hakan Talu, Yılmaz Biçer’e ve Doğan Ergin’in tüm arşivini açan eşi Tülin Alkan Ergin Hanımefendi’ye sonsuz teşekkürlerimle…
—————————————————————————————————————–
Hakkındaki Görüşler
Hakan TALU
(TRT İstanbul Radyosu Tanbur Sanatçısı/Öğrencisi)
“Pek fazla bilinmeyen eserleri icra etmeyi severdi.”
Doğan Abi için öncelikle şunu belirtmem gerekir ki, neyzenliği çok üst seviyede idi. Yıllarca yan yana saz çalmış ve bir tek defa bile akort konusunda problem yaşamamıştım. Ayrıca makamları anlayışı, ifade edişi, sesleri, oktavlar arasındaki glisandolar, çarpmalar ve süslemeler son derece sağlamdı. İstanbul Radyosu’nda şefliklerinde, koronun hazırlığı bir hafta öncesinden başlar, notaları çoğaltılır, solo okunacak yerleri kırmızı, toplu icra edilecek bölümleri sarı keçeli kalemlerle çizer, eserlerde yanlış bir yer var mı diye belki on defa okurdu. Güfteler konusunda çok hassastı, bir kelime için beş altı kitaba bakardı. Diğer önemli özelliği ise kalabalık grupla pek fazla bilinmeyen eserleri icra etmeyi çok sevmesiydi. Doğan Ergin’e göre bunları okumamız bizim vefa borcumuzdu.
Cüneyt KOSAL
(Kanun Sanatçısı/Arkadaşı)
“Kanunun tasavvuf müziğine girmesine vesile oldu.”
Akordu-nazariyat bilgisi, solfej bakımından, üstün bir yetenekti. İyi bir besteci, komple bir müzisyendi. Ayrıca bir idarecilik vasfı vardı. Biz idareciliği ona devretmiştik. O’nun ilgilenmesini isterdik. Beraber Klâsik Türk Sazları Beşlisi kurmuştuk; bu beşli ile biz çok işler başardık. Bütün dünyayı dolaştık onunla. Konya’da da 25 sene birlikte hizmetimiz oldu. 1970 Yılı’nda Konya’ya gitmeye başladım. Doğan ney üflediği için Konya’ya benden önce başlamıştı. Bir gün Fransa’ya gideceklerini duydum: “Her tarafa gidiyorsunuz, beni neden almıyorsunuz?” diye takıldım. Doğan, hemen Sadettin Heper hocaya nakletmiş. Hoca da “Buyursun o da gelsin. Başımızın üstünde yeri var hatta bizim için de çok iyi olur” deyince kendimi bir anda Fransa seyahatinde buldum. Kanun sazı da böylece Mevlevi ayinlerine girmiş oldu. Bu akort birliği içinde iyi oldu tabi.
Nuriye ERACAR
(Emekli İstanbul Radyosu Prodüktörü/Arkadaşı)
“Tasavvufi değerlere sevdalı bir Mevlana muhibbiydi.”
O’na ben Doğan Ağabey derdim. Gerçek hayatta bir ağabeyim olmadığı için ona ağabey demenin ne kadar gerçek ve doğru olduğunu yıllar geçtikçe anladım. Samimi, doğruyu savunan, insanları incitmemek için gayret sarf eden, sazına (ney), müziğine, tasavvufi değerlere sevdalı bir Mevlana muhibbi olduğunu da daha sonraki yıllarda yaşayarak gördüm. Tasavvufun inceliklerini ondan öğrendim. Bestelediği ilahiler, Radyo’da kurduğu Türk Tasavvuf Müziği Topluluğu program ve konserleri, sanatçı seçimindeki hassasiyeti, provaları, konser öncesi ve sonrası hepsi ayrı bir öğreti idi. Çok büyük bir aşkla kurduğu Mevlana Kültür Sanat Vakfı çalışmalarında genç yaşta olan vakıf üyelerine verdiği görevler hem bizi yetiştiriyor hem de gençlere ne kadar değer verdiğini gösteriyordu. Mesleki hayatımda verdiği desteği ömrüm boyunca unutamam.
Tülin Alkan ERGİN
(Eşi)
“Gençlere yardımcı olduğu zaman mutlu olurdu.”
Onun, en yakınında, bütün yaptığı programlarında, hep yanında yardımcıydım. Evliliğimiz süresince candan ve yakından bağlıydı. Çok iyi, sevecen, gençleri seven ve onlar için yardımlarını esirgemeyen bir insandı. Gençlere, müzik konusunda veya herhangi bir konuda yardımcı olduğu zaman mutlu olurdu. Onlarla beraber olmayı, yetiştirmeyi ve bir yerlere getirmeyi çok istiyordu. Arı, temiz, titiz bir insandı. Art niyeti yoktu, kimseyi kıskanmazdı. Birisi sanatında yükseldiği, başarı elde ettiği zaman hoşuna giderdi. Ön plana atılmaz, hep arka planda kalırdı. İddialı bir insan değildi ama mükemmeli yapmaya çalışırdı. Kin tutmazdı, ona kim ne yaparsa yapsın, ona düşmanca, haince bir gözle bakmazdı. Yaşayışı daima mütevazı idi. Hep toplum için çalışmış hiç kendine önem vermemişti. Araştırmayı, çalışmayı seven bir insandı. Eğer ömrü vefa etseydi; öyle sanıyorum ki yüzyılımızın en büyük mutasavvıfı, sufisi ve hümanisti olabilirdi.
Ali Doğan Ergin
23.01.1941’de Çanakkale’de doğdu. Babası Niyazi Bey, annesi Fethiye Hanım’dır. Çok güzel ud çalan ve iyi bir mûsıkîşinas olan babasının geçtiği eserleri dinleye dinleye ilk mûsıkî bilgisini babasından aldı. Babasının yanında, Musullu Ama Hafız Osman Bey’in talebesi olan Melekzâde Muallim Münib Pekin’den Türk mûsıkîsinin inceliklerini öğrendi. Neyzen Hayri Tümer’in kendisine ney ve ney hakkında notlar göndermesi Doğan Ergin’in ney üflemeye başlamasına vesile oldu. Ney tavrının gelişmesinde babasının kendisine radyo aracılığıyla tanıttığı ve daha sonra İstanbul Radyosu’nda beraber icralarda bulunduğu Niyazi Sayın’ın büyük etkisi olmuştur. İlk, orta ve lise eğitimini Çanakkale’de yaptı. Liseyi bitirdikten sonra çalışmaya başladığı Milli Eğitim ve Sivil Savunma Müdürlüklerindeki görevinden 1962’de ayrılarak İstanbul Belediye Konservatuarı’na gelen Ergin, daha talebe iken icrâ heyetinde neyzen olarak çalışmıştır. 1963 yılında hocası Sadedin Heper’in isteğiyle Mevlanâ’yı anma törenlerine neyzen olarak katılmaya başladı.1983 Yılı’ndan öldüğü tarihe kadar törenlerde neyzen başı sıfatıyla katılmış ve mutrip heyeti başkanlığını sürdürmüştür. 1966’da İstanbul Radyosu’nun açtığı sınavlara katılarak Radyo yayınlarına neyzen olarak katıldı. Yine ayı yıl, Tülin Aklan Ergin ile evlendi. 1976’da kurulan Kültür Bakanlığı İstanbul Devlet Klasik Türk Müziği Korosu’nda kuruluşundan itibaren 1983’e kadar çalıştı. 1975’de dört arkadaşı ile birlikte kurduğu Klasik Türk Sazları Beşlisi grubuyla uzun yıllar faaliyet göstermiştir. Türk mûsıkisine her bakımdan hizmet etmek amacıyla İstanbul Türk Klasik ve Tasavvuf Mûsıkîsi Topluluğu adıyla bir grup oluşturdu. Arkadaşı Andaç Abraş ile birlikte Kurdukları Mevlana Kültür ve Sanat Vakfı’nın icra organı olarak faaliyetlerini sürdürdü. Doğan Ergin’in aruz ve hece vezniyle yazdığı şiirlerinden bir kısmı Türk Yurdu mecmuasında yayınlanmıştır. TRT Repertuarı’nda şarkı ve ilahi formlarında eserleri vardır. Ferahnâk Aşiran ismiyle yeni bir makam oluşturmuş ve bu makamda beste, ağır semai ve yürük semaiden oluşan takım ile Mevlevî ayini ve dört ilahi bestelemiştir. Yurt içi ve yurt dışında sayısız konserlere katılan Doğan Ergin 28 Haziran 1998’de kalp krizi sonucu vefat edinceye kadar İstanbul Radyosu’nda ney sanatçısı olarak çalıştı ve Türk Tasavvuf Mûsikîsi Topluğunu yönetti.
https://nebahatkonuyilmaz.blogspot.com/2012/01/neyzen-ali-dogan-ergin-sanatta-disiplin.html
https://fikircografyasi.com/index.php/makale/insan-kendisinde-sakli-olan-sirra-askla-erisir