Şedaraban Âyin-i Şerîf

Önceki Sayfaya Dön

Mustafa Nakşî Dede

BİRİNCİ SELÂM

Ey Resûl-i Hazret-i Hak vey habîb-i Kibriyâ
Vey ziyâ-yi ayn-i âlem vey imâm-i enbiyâ

Yek piyâle mey bi-dih ey sâki-yi bezm-i elest
Ber men-i miskin nazar kün ey sirâc-ı pür-ziyâ

Ey Hak teâlâ’nın elçisi! Yüce Allah’ın sevgilisi! Ey âlemin gözünün ışığı! Ey peygamberlerin önderi! Ey elest meclisinin sâkisi! Ben zavallıya nazar eyle de bir kadeh bâde ver. Ey ışık dolu kandil!

Bâz ser-mestem zi bâlâ mî resem
V’ez cemâl-i Hak teâlâ mî resem

Der gülistânî ki cây-i Mustafâ
İn çünin gûyâ vü bûyâ mî resem

Yine sarhoşum; yukarıdan, yüce Mevlâ’nın cemal sıfatından geliyorum. Mustafa (a.s.)’ın mekânı olan gül bahçesinde, böylece söyleyerek ve koklayarak dolaşıyorum.

Eyyühe’l-uşşâk âteş geşte çün istâreîm
Lâ-cerem raksan heme şeb gird-i an meh-pâreîm

Her seher peygâm-i in peygamber-i hûban resed
K’es-salâ ey âşıkan mâ âşıkan râ çâreîm

Ey âşıklar! Yıldız gibi ateş olmuş, çaresiz o ay parçasının etrafında, bütün gece dolaşmaktayız. Her sabah güzeller önderinin, “Gelin ey âşıklar! Biz âşıklar için çareyiz” mesajı ulaşmakta.

Mutribâ esrâr-i mâ râ bâz gû
Kıssahâ-yi can-fezâ râ bâz gû

Mahzen-i innâ fetahnâ ber güşâ
Sırr-ı cân-ı Mustafâ râ bâz gû

Çün Salâhaddin salâh-i cân hâst
Tâ salâh-i cânha râ bâz gû

Ey çalgıcı! Bizim sırlarımızı söyle; cana can katan hikâyeleri anlat. Fetih Sûresi’ndeki hazinenin (kapısını) aç; rûh-ı Muhammedî’nin sırrını anlat. Çünkü Salâhaddin, canın huzur bulmasını istiyor; canların huzuru için anlat.

İKİNCİ SELÂM

Ey tâirân-ı kuds râ aşkat füzûde bâlhâ
Der halka-i sevdâ-yi tü rûhâniyan râ hâlhâ

Âb-ı hayât âmed suhen k’âyed zi ilm-i min ledün
Can râ ez ô hâlî me-kün tâ ber dihed a‘mâlhâ

Ey (sevgili)! Senin aşkın ilâhi kuşlara kanat açtırmış; senin sevdanla halkalanmış olan melekler, (türlü) hallere (girmişler). İlâhi ilimden gelen söz, âb-ı hayattır. Ruhu ondan mahrum bırakma ki ameller meyve versin.

ÜÇÜNCÜ SELÂM

Âşıkan der kûy-i cânân es-salâ
Sûy-i an hurşîd-i tâbân es-salâ

Ez nigârem âteşî der men fütâd
Es-salâ der âteş-i cân es-salâ

Şems-i Tebrîzî zi bâlâ-yi felek
Her zamânî mî keşed hân es-salâ

Sevgilinin mahallesinde olan âşıklar, haydi (gelin)! O parlak güneşin semtine selâm olsun! Sevgiliden bana bir ateş düştü; can ateşinde olanlar haydi! Tebrizli Şems, gökyüzünün zirvesinden her zaman (sizi) davet ediyor.

Ey ki hezâr âferin bu nice sultân olur
Kulu olan kişiler hüsrev ü hâkân olur

Her ki bugün Veled’e inanuben yüz süre
Yoksul ise bay olur bay ise sultân olur

Binlerce tebrikler! Bu nasıl bir sultandır ki hizmetçisi olanlar, padişah olur. Bugün her kim (Sultan) Veled’e inanıp (dergâhına) yüz sürerse, fakir ise bey olur, bey ise sultan olur.

Ey mîr âb bügşâ an çeşme-i revan râ
Tâ çeşmehâ güşâyed ziş’kûfe bûstan râ

Mâ sûfiyân-ı râhîm mâ tabla-hâr-ı şâhîm
Pâyende dâr yâ Rab in kâse râ vü han râ

Ey su emîri! O akan pınarın (suyunu) aç ki akan sular bahçede tomurcukları açtırsın. Biz (vahdet) yolunun sûfileriyiz; (hakikat) padişahının sofrasından yiyenleriz. Yâ Rabbi! Bu sofrayı ve kâseyi ebedî kıl.

Mevc-i aceb bin ki hâst ez dil-i deryâ-yi aşk
Reft be bâlâ ki bin bin’geri bâlâ-yi aşk

Bûd Veled bâ kadîm pîş zi âlem nedîm
Horde zi câm-ı bekâ bî-leb-i deryâ-yi aşk

Aşk denizinin ortasından kopan acaip dalgaya bak! Öyle bir yükseldi ki bak da aşkın boyunu gör. Veled, âlem (yaratılmadan) önce ezelî (sevgiliye) nedim idi. Kıyısı (görünmeyen) aşk denizinde, ebedîlik kadehinden içti.

Mâ mest ü harâb ez pey-i ma‘şûk-ı elestîm
Mâ mest-i elestîm çü ma‘şûk-perestîm

Mestân-ı harâbîm bi-gû pîr-i harâbât
Tâ bâde bi-yârend ki mâ âşık-ı mestîm

Biz elest meclisindeki sevgili uğrunda sarhoş ve perişan haldeyiz. Biz, sevgiliye taptığımız için elest bezminin sarhoşuyuz. Biz, harap olmuş sarhoşlarız. Ey harâbât pîri! Söyle de şarap versinler; çünkü biz, sarhoş âşıklarız.

Güftem dûş aşk râ ey tü karîn ü yâr-i men
Hîç me-bâş yek zeman gâib ez in kenâr-i men

İn ten-i men harâb-i tü dîde-i men sehâb-i tü
Zerre-i âfitâb-i tü in ten-i bî-karâr-i men

Mürde büdem zi bûy-i tü zinde şüd in Şems-i din
Ey tü hayât-i cânhâ ey şeh-i kâmgâr-i men

Dün gece aşka dedim ki: Ey benim dostum, sevgilim! Bir an olsun benim yanımdan ayrılma. Benim vücûdum, senin için harap oldu; gözlerim senin için buluta döndü. Bir yerde duramayan bu bedenim, senin güneş (gibi yüzünün karşısında bir) zerredir. Senin (güzel) kokundan dolayı ben öldüm de bu Şemseddin dirildi. Ey canların canı, ey benim talihli padişahım!

DÖRDÜNCÜ SELÂM

Sultân-ı menî sultân-ı menî
Ender dil ü can îmân-ı menî

Der men bi-demî men zinde şevem
Yek cân çi şeved sad cân-ı menî

Sultânımsın, sultânımsın; cânımda, gönlümde imânımsın. Bana üflersen ben dirilirim. Bir cân da nedir? Yüz cânımsın.

Şedaraban Mevlevî Âyîn-i Şerîfi – Şeb-i Arus