Acembûselik Âyin-i Şerîf
1. Selam
An kes ki tü-râ dâred ez îş şikem dâred
V’an kes ki tü-râ bîned ey mâh çi gam dâred
Bes âşık-ı âşüfte âsûde vü hoş hufte
Der sâye-i an zülfî kû halka vü ham dâred
Sana sahip olanın içi, yaşam (sevinciyle) dolar. Ey ay yüzlü! Seni görenin ne derdi olur? Nice perişan âşık, o kıvrımlı, büklümlü saçlarının gölgesinde mutlu ve huzurlu bir şekilde uyumuştur.
İmrûz cemâl-i tü sîmâ-yi diger dâred
İmrûz leb-i nûşet halvâ-yi diger dâred
İmrûz gül-i la‘let ez şâh-ı diger rüste
İmrûz kad-i servet bâlâ-yi diger dâred
Bugün yüzün başka bir güzelliğe sahip; bugün tatlı dudakların, başka bir tada sahip. Bugün lâl yanakların, başka bir daldan bitmiş; bugün servi boyun, başka bir yüceliğe sahip.
Ey ki ez hurşîd bihter rûy-i tü
Men gulâm-i zülf-i çün Hindû-yi tü
Bînem an rûzî ki bâşem ey sanem
Ser nihâde mest ber zânû-yi tü
Ey yüzü güneşten daha güzel olan (sevgili)! Ben Hintli gibi (kara) saçlarına köleyim. Ey güzel! Sarhoş bir halde başımı dizine koyduğum günü görecek miyim?
2. Selam
Sultân-ı menî sultân-ı menî
Ender dil ü can îmân-ı menî
Der men bi-demî men zinde şevem
Yek cân çi şeved sad cân-ı menî
Sultânımsın, sultânımsın; cânımda, gönlümde imânımsın. Bana üflersen ben dirilirim. Bir cân da nedir? Yüz cânımsın.
3. Selam
Âşıkan lâf ez tebârek rabbüne’l-a‘lâ zenend
Sâdıkan lebbeyk vahyullâhi mâ evhâ zenend
Lâ cerem ez âşıkân ü sâdıkân ez sûz-i dil
Darbhâ ber tabl-ı sübhâne’llezî esrâ zenend
Âşıklar, “Yüce Rabbimiz pâk ve münezzehtir” der; sâdıklar, Hakk’ın vahyettiği için “buyur” derler. Şüphesiz âşıklar da sâdıklar da gönülleri yanarak “(Kulunu bir gece Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksâ’ya) götüren Allah’ın şânı ne yücedir” davulunu çalarlar.
Ey ki hezâr âferin bu nice sultân olur
Kulu olan kişiler hüsrev ü hâkân olur
Her ki bugün Veled’e inanuben yüz süre
Yoksul ise bay olur bay ise sultân olur
Binlerce tebrikler! Bu nasıl bir sultandır ki hizmetçisi olanlar, padişah olur. Bugün her kim (Sultan) Veled’e inanıp (dergâhına) yüz sürerse, fakir ise bey olur, bey ise sultan olur.
Kad eşrekati’d-dünyâ min nûri humeyyânâ
Ve’l-bedrü alâ sâkî ve’l-ke’sü süreyyânâ
Es sabvetü îmânî ve’l-halvetü bostânî
Ve’l-meşcirü nedmânî ve’l-verdü muhayyenâ
Dünya, ateşimizin ışığıyla aydınlandı. Dolunay bize sâki, Ülker de kadehimiz. Kalp temizliği inancımdır, yalnızlık bahçem, alev alev yanan ateş, kadeh arkadaşım; gül bahçesi de neşe yerimiz.
Ah güzelin aşkına hâlâtına
Yandı yürek aşk harârâtına
And içeyim gayrı güzel sevmeyim
Tanrı’ya vü Tanrı’nın âyâtına
Ah, güzelin aşkından ve hallerinden! (Onun aşkının) ateşleriyle yüreğim yandı. Allah’a ve âyetlerine yemin ederim ki artık güzel sevmeyeceğim.
Tâ arş zi sevdâ-yi ruhaş velvelehâst
Der sîne zi bâzâr-i ruhaş gulgulehâst
Ez bâde-i ô ber kef-i can bülbülehâst
Ber gerden-i dil zi zülf-i ô silsilehâst
Onun yüzünün sevdasından arşa kadar iniltiler yükseliyor; gönülde, yüzünün pazarından dolayı seslenişler var. Canın elinde, onun şarabından (doldurulmuş) sürahiler bulunuyor; gönlün boynuna, onun zülfünden zincirler (vurulmuş).
Bâz ez an kûy-i kâf âmed ankâ-yi aşk
Bâz ber âmed zi can na‘re-i heyhây-i aşk
Aşk nidâ-yi bülend kerd be âvâz-i pest
K’ey dil-i bâlâ niger der kad-i bâlâ-yi aşk
Yine aşk ankâsı, o kaf dağından geldi; aşkın heyheyi, narası candan koptu. Aşk alçak sesle yüksek bir nidâda bulundu: “Ey yüce gönül! Aşkın yüksek boyuna bak!”
Câme siyeh kerd küfr nûr-i Muhammed resîd
Tabl-ı bekâ kûftend milk-i muhalled resîd
Ez pey-i nâ-mahreman kufl zedem ber dehan
Hîz bi-gû mutribâ işret-i sermed resîd
Küfür, karalar giyindi; (çünkü) Muhammed (a.s.)’ın nuru geldi. Ölümsüzlük davulunu çaldılar, ebedî saltanat (devri) geldi. (Sırra) mahrem olmayanlar anlamasın diye ağzıma kilit vurdum. Ey çalgıcı! Kalk, söyle; sonsuz işret (vakti) geldi.
4. Selam
Sultân-ı menî sultân-ı menî
Ender dil ü can îmân-ı menî
Der men bi-demî men zinde şevem
Yek cân çi şeved sad cân-ı menî
Sultânımsın, sultânımsın; cânımda, gönlümde imânımsın. Bana üflersen ben dirilirim. Bir cân da nedir? Yüz cânımsın.