Gazel ve İlahiler Diskotek Müziğine Dönüştü
Neyzen Kudsi Erguner, “Tedavülden kaldırılmak istenen bir müziği sevdim.” diyor. Erguner, sadece müziğin sufî olmasının yetmediğini, dinleyenlerin de sufî olması gerektiğini belirtiyor. Usta neyzen, “Müziğimiz eski şiiri ve edebiyatı güncelleştiren bir araç olabilir. Gazel ve ilahiler bugün diskotek müziğine dönüştü.” diyerek bugünün müzik ortamını da eleştiriyor.
Ben tedavülden kaldırılmak istenen bir müziği sevdim
Paris’te yaşayan müzisyenimiz Kudsi Erguner, 4 Mart’ta Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda ‘İslam Blues’ isimli bir konser verecek. Erguner’le hem bu konserin mahiyetini hem de kendisinin ve Batı dünyasının müziğe bakışını konuştuk. Tedavülden kaldırılmak istenen bir müziğe gönül verdiğini söyleyen Erguner, “Amerika’da milyonlar satan kitap Mevlânâ değil, Coleman Bark’ın sağ gözü ile eski İngilizce tercümesini okuyup sol gözüyle de yazdığı kendi şiirleridir. Aşağılık kompleksimiz o kadar ileri ki; dinimiz dahil tüm değerlerimizin kıymetini ancak çok değer verdiğimiz Batı insanı ilgilendiği vakit anlıyoruz.” diyor.
Hayatınızın merkezinde müzik olduğunu söyleyebilir miyiz? Ney’den başka bir enstrüman çalıyor olsaydınız, nasıl bir Kudsi Erguner olurdunuz?
Hayatımın merkezi müzik değildir. Müzik, her insanın hayatının merkezinde olması gereken ‘mana’nın ifadesidir. Benim hayatımın merkezi ait olduğum medeniyetin ve o medeniyetin en büyük şehri İstanbul’un vasıtasıyla bana yüklenen manadır. Ney de onun sedasıdır. Bir başka enstrüman çalmam, şahsiyetimde ve derunumdaki manada bir değişikliğe neden olamazdı.
Ne kadar albümünüz yayınlandı? Türkiye’de niye çok az bir albümünüz yayınlandı?
33 devirlik plaklar ve katıldığım CD’lerle birlikte Amerika, Japonya dahil dünyanın birçok ülkesinde yayınlanmış 110 albümüm var. 70’li yıllarda müziğin sadece radyo stüdyolarından son derece yeknesak ve ruhsuz yayınlandığı İstanbul’dan ayrıldıktan sonra elime geçen her fırsatta değişik bir müzik türünü yayınlamak istedim. Fasıl musikisinden oyun havasına, rembetikodan mehter müziğine kadar. Bu CD’lerde en iyisini yapmak iddiasından ziyade, unutulmuş veya unutturulmuş birçok müziği gündeme getirme heyecanım vardır. 1976 yılında, Türkiye’de tasavvuf müziğinin henüz yasak olduğu yıllarda Fransız radyosu Nezih Uzel ile doldurduğumuz “Turquie-Musique Soufi” albümümüzü yayınlamıştı. Bu albüm dünyada ilk kez sufi müziği adı altında yayınlanan albümdür. Bazı teknik ve ticari nedenlerle birçok albümüm Türkiye’de bulunmuyor. Bugün Türkiye’de yayınlanan CD’lerin içerdiği müzik türlerinin çeşitliliğine baktığımda, benim de bu açılıma bir katkım olduğunu düşünerek gurur duyuyorum.
Siz ‘sufi müzik’ tanımını da kabul etmiyorsunuz. Oysa her ağzını açan sufi müzik yaptığını iddia ediyor. Nedir tasavvuf müziği, ne anlamalıyız?
Ben sadece müziğin sufi değil aslında dinleyenlerin sufi olması gerektiğini anlatmaya çalıştım. Yani sufi müziği olarak elimizdeki, tevşihler, naatlar, ilahiler, nefesler ve Mevlevi ayinlerinden oluşan repertuar ülkemizde yaşamış birçok tarikat ve tasavvuf ehlinin zevkinden oluşmuştur ve yine ayni zevk ile dinlenmiştir. Bugün ancak bu repertuar veya yine aynı estetikte eserler çalındığında müzikolojik olarak sufi müziği olarak adlandırılabilir. Ben oyun havasından zevk alan şeyhler de tanıdım, onların tekkesinde oyun havası olarak bildiğimiz melodiler sufi müziğine dönüşüyordu. Şimdi ise gazel ve ilahiler diskotek müziğine dönüşmekte. Yani Musa’nın asası gibi asa aynı dahi olsa sihirbazların büyülü ejderhalarını yutamıyor.
Yıllardır müziğin bir tüketim aracı olarak görüldüğü bir kültürün içindesiniz. Burada var olma çabası size ne kazandırdı ve ne kaybettirdi?
Popüler müzikler ve popüler olma endişesi ile yapılan yeni müzikler bir tüketim konusu olabilirler. Klasik müzikler ki, sadece Batı müziği değil, Osmanlı mirası klasik müziğimiz de dahil tüm tarihi ve sanat değeri taşıyan müzikler, popüler olmak zorunda olmadıkları gibi, tüketim konusu da değildirler. Eğer bugün bu müziklerde bir yozlaşma yaşanıyorsa bunun nedeni de çok elit müzikleri kitle müziğine dönüştürme ve geniş halk kitlesine beğendirme arzusundandır.
Eski ve yeni dil arasındaki makas açılırken eskinin müziğini bugün için nasıl anlaşılır kılacağız?
Türkiye’nin bu meseleyi her türlü siyasi şartlanmanın ve polemiğin ötesinde çözmesi gerekir. Türkçemiz neredeyse bir asırdır uydurulmakta olan manasız ölü kelimelere boğulmuştur. İnsanlar bırakın edebiyat veya şiirle ilgilenmeyi, günlük ihtiyaçlarını ifade edemez oldular. Sokaktaki insan değil, Meclis’teki vekillerimiz dahi kahvehane sohbeti edasıyla beyanat vermekteler. 30-40 sene öncesinin edebiyatını bile tercüme etmek zorunda kalan bir ülke dünyada yok. Toplum hafıza kaybına uğramış durumda; dalında yaprak dahi bırakmayan bir fırtınaya uğramış bahçeye döndü Türkiye. Müziğimiz, eski şiiri ve edebiyatı güncelleştiren bir araç olabilir. Yabancı şarkılardaki gibi, anlamı bilinmese de dinlene dinlene bazı kelimeler hafızaya hatta dilimizin ucuna kadar yerleşebilir.
Çeşitlilik gösteren çalışmalarınızın istikameti belli bir yolculuğa mı işaret ediyor, yoksa arayış mı?
Bir sanatçının yeni bir şeyler üretebilmesi için öncelikle kendisinden öncekilerin yaptıklarını da anlaması gerekmekte. Biz belki de dünyanın en zengin ve çeşitli müzik repertuarına sahibiz, ancak bunları dinleyemeden hatta ilgilenmeden de yeni bir kişilik bulma hevesindeyiz. Ben tedavülden kaldırılmak istenmiş bir müziği sevdim ve onunla yaşadım. Bu arada yine kendi zevk ve dünyamı yansıtan yeni eserler de üretmeye çalıştım. CD’lerimin en büyük kısmı en klasik tarihî eserlerimizin icrasına ayrılmıştır. Birçok müzisyen arkadaşlarımız tarihî vesika taklidi olmaktan öteye gidemiyorlar. Ben eski repertuarı kendimde özümseyerek sanki henüz bestelenmiş gibi dinletmeye çalıştım.
Doğu ile Batı müziğini sentez yapmak bir tür modaya dönüştü. Doğu müziği ile Batı müziği birleşir mi, ne derece uyuşur?
İsa’dan önce 569 yılında doğmuş ünlü matematikçi Pythagor’un ilk kez hesaplamış olduğu tabii ses armonisi bizim müziğimizde halen yaşamaktadır. Oysa Batı müziği bu doğal ses düzenini terk ederek tempere aralıklar dediğimiz yapay bir ses sistemi geliştirmiştir. Bu iki müziğin kendi karakterlerini muhafaza ederek bir araya gelmesi mümkün değildir. Yalnız bu, doğru veya yanlış olarak değerlendirilmemeli, bu teknik bir engeldir; felsefi veya siyasi değil. Biz Batı ile ilişkimizi ‘asimilasyon’ yani tamamıyla yok olarak kendimizi ona benzetmek zorunluluğu olarak algılıyoruz. Oysa dünyanın tek medeniyet olmaktan kurtulup farklılıkları görmeye ihtiyacı var. Batı ve Doğu arasında birleşme olduğunda herkes Batılı olmaya zorlanmakta. Bir araya gelmeyi bugünün bir gerçeği olarak anlıyor ama birleşmeyi bir felaket olarak görüyorum.
Yüzyıllarca İstanbul müziğin merkeziydi. Neyi kaybettik ki bu hallere düştük?
Eskiden ‘avam’ ve ‘havas’ dedikleri, bugün elit ve kitle denilen bir kavram var, yani halk arasında mürekkep yalamış tabir edilen zümre. İslam ve Osmanlı medeniyetinin havas’ı 18 yy’dan beri medeniyet değiştirmiş olduğundan, geçmişe dönmek mümkün değil. İnsanların zevk dünyasını yüceltmeye çalışmak anlamsız. Sonuçta herkes İsmail Dede’nin bestelediği Mevlevi ayininden zevk almak zorunda olmadığı gibi, Mozart’ın bir bestesinden de zevklenmek zorunda değil. Bugün Türk toplumunun bir kesimi sosyal konumu itibarıyla opera sevdiğini, bir kesimi de Mevlevi ayinini sevdiğini zannetmekte. Bir kesimi de Mozart’a benzer bir Mevlevi ayini bestelensin diye hayal kurmakta. Müzik, bir medeniyetin, inancın, edebiyatın hayat şeklinin yücelttiği hislerin en yüksek ifadesidir. Müziğin hangisi olursa olsun, hiç olmazsa bir medeniyete mensup hakiki müzik severlere ihtiyacı var.
Bugün müzisyenler neden sizin konuştuğunuz kadar net ve cesur konuşmuyor?
Biz, edebiyatçısını edip, sanatkârını ârif görmeye alışık bir toplumuz. Doğru sözü doğru insandan, güzel müziği içi dışı güzel insandan dinlemeye alışığız. Bu nedenle her neyzeni evliya zannetmeye temayülümüz var. Ne yazık ki bu Doğu geleneği de bizi terk etmiş, sanat ile marifet, söyleyen ve söylenen arasındaki ilişki kopmuş durumda. Bugün birçok müzisyen kardeşimiz devlet memurudur, zaten zar zor aralanan bir ekmek kapısından içeri kapağı atan bir kişinin, fikirlerini serbestçe söyleyememesi tabiidir.
4 Mart’ta CRR Konser Salonu’nda İslam Blues isimli konseriniz olacak. Blues, Amerika’da yaşayan siyah kölelerin acısını yansıtırken tasavvuf müziği ise tasavvuf ehlinin çektiği çileye denk düşüyor. Bu iki tür acı, hangi açılardan örtüşüyor?
Yine yanlış anlaşılmaktan çekiniyorum, bir araya gelen müzikler değil müzisyenler. Ben ve grubumdaki arkadaşlarım, kendi bestelediğim melodiler etrafında caz müzisyenleri ile bir araya gelecekler. Batı dillerinde melankoli, gam, hasret, ‘blues’ kelimesi ile vurgulanır. Bu nedenle bu konsere İslam Blues adını verdim. Peygamberimiz, “Eğer benim bildiklerimi bilseydiniz az güler çok ağlardınız.” dediğine göre benim anladığım müzik, cehalet eseri olan eğlenceye alet olmasa gerek.
Milyon satan Mevlânâ değil Coleman Bark’ın yazdığı şiirlerdir
Yıllardır Fransa’da yaşıyorsunuz. Mevlânâ düşüncesinin Batı’daki filizlenmesinin tanığı olarak, nasıl bir değişim gözlemliyorsunuz? Hep ‘ABD’de best seller oldu’ şeklinde haberler çıkıyor. Bu, bir moda mı yoksa gerçekten Mevlânâ’yı anlama yönünde çabalar mı?
Mevlânâ Hazretleri’nin best seller olmasının hikâyesi şudur: Coleman Barks adlı Amerikalı bir yazara editörü bir gün bir teklif getirir. “Rumi adlı bir şair var, bunun tercümesi asırlar önce Prof. Nicholson tarafından yapılmış ancak bu tercümeler çok akademik, sen bunlara bir göz at ve daha şairane ve günümüze uygun bir şiir kitabı hazırla.” Milyon satan Mevlânâ değil, Coleman Bark’ın sağ gözü ile eski İngilizce tercümesini okuyup sol gözüyle de yazdığı kendi şiirleridir. Aşağılık kompleksimiz o kadar ileri ki, dinimiz dahil tüm değerlerimizin kıymetini ancak çok değer verdiğimiz Batı insanı ilgilendiği vakit anlıyoruz. Hatta onların bizi bizden daha iyi anladığına hükmederek, Mevlânâ’yı kendi söylediği gibi değil, Avrupalıların tedrisinden öğrenmeyi diliyoruz. Mevlânâ’nın kendi sözleri Allah’ın ona lütfettiği manaları anlatmakta yeterlidir. Türkçe tercümelerin bence en iyisi de Süleyman Nahifî Hazretleri’nin tercümesidir.
Müzik zevk unsurudur emirle gelişmez
Kültür Bakanlığı’nın tasavvuf ve tarihi Türk müziğine bakışını nasıl yorumluyorsunuz? TRT sanatçılarının tekke tavrından ve coşkusundan uzakta tarihi Türk müziği icra etmesini nasıl karşılıyorsunuz?
Bahçıvan, bir ağaca nasıl gelişmesi, hangi meyveyi vermesi gerektiğini öğretemez, onun vazifesi ancak sulamak ve ağacın toprağını havalandırmak olmalıdır. Kültürümüzün en büyük rahatsızlığı, ağacın kendi tabiatınca gelişmesine yardım edeceğine, asır boyunca elma ağacına armut vermesini emretmesindendir. Sonuçta ne iyi elma ne de iyi armut elde edilmiştir. Bugün dahi hükümetler kültüre siyasi bir yatırım olarak bakıyorlar, hatta sanatçılarımızın çoğu da maalesef riya ve fırsatçılık içerisinde elmayı armut diye yutturuyorlar. Müzik, bir zevk unsurudur, zevk ise emir ve menfaatle gelişmez.
Mülâkat: H. Sâlih Zengin
Kaynak: Zaman Pazar, 01.03.2009
Henüz yorum yapılmamış.