Fatih Koca Röportajı

– Solistliğinizin yanında ayrıca neyzensiniz, neden ney enstrümanını tercih ettiniz?

Neyzenliğim solistliğimden çok öncedir. Rahmetli dedem köyümüzün imamı idi. Küçüklüğümden beri hep caminin içindeydim. Dedem Hayrullah Efendi bana bu yaşlarda kamıştan, küçük küçük neyler yapar ve üflemeyi öğretirdi. Aynı yıllarda Ramazan aylarında ve perşembe akşamları TRT Ankara Radyosu’da yayınlanan Tasavvuf Müziği programlarını asla kaçırmazdım. Niyazi Sayın ve Aka Gündüz’ün ney taksimleri ve enstrümantal eserleri dinlerdim. Ney sesine gerçekten aşıktım. İlkokul sonrası hafızlığa başlayınca Amasya‘da üstad neyzen Osman Yıldız ile tanıştım ve dersler aldım. Yıl 1983-84. Tercih etmemin sebebi herhalde Tasavvuf Müziği’ne olan sevdam olsa gerek.

– Ney enstrümanını genel hatlarıyla bize tanıtır mısınız?

Ney sazı ilk çağlardan bugüne gelene kadar çeşitli değişikliklere uğramıştır. Bugünkü yapısal formunu Nayi Osman Dede ile bulmuştur. Orta Asya’da da dedelerimizin kullandığı malumdur. Eski dönemlerde din adamları ve ruhanilerin toplumu heyecan ve şevke sürüklemek, düğün, evlilik, ölüm gibi durumlarda insanların duygularına hitap etmek için kullandığı sazlardan birisidir. Türklerin Anadolu’ya geçişinin ardından Ahmet Yesevi’nin müdavimcileri erenler neyleriyle kopuzlarıyla Anadolu’ya yerleşip onun hikmetlerini ve İslam’ı kopuzlarıyla neyleriyle anlattılar. Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslamlaşması hususunda büyük yol kat ettiler. Ney Dini müziğimizdeki yerini evvela Mevlana’nın neyzenlerinden neyzenler piri Hamza Dede ile alır ve bugüne Niyazi Sayın’a kadar ulaşır. Basit bir kamıştan yapılan bu saz 7 perde olmasına karşın 3 oktavı bulan ses genişliğine sahiptir ve insan sesine en yakın sazlardandır.

– Son yıllarda ney öğrenmeye artan ilgiyi neye bağlıyorsunuz? Bu konuda tâlipli olanlara neler önerirsiniz?

Ney, her zaman öğrenildi ve öğretildi. Fakat son yıllarda gerçekten bu işe gönül verenlerin sayısı artmıştır ve öğrenenler çok olmuştur. Ankara’da bu manada emeğimin olduğunu söylersem ukalalık yapmış olmam sanırım. Ney öğrenmeye iştiyakın bu derece artması zannedersem toplumsal sıkıntılardan ve şehir gürültüsüyle dolan kulakların boşaltılması ihtiyacının bir sonucu olsa gerek diye düşünüyorum. Taşralardan Üniversiteye gelen öğrencilerin ruh dinginliğini bulamadığı, şehirsel gürültünün bir nebzecik giderilmeye çalışıldığı bir sığınma yeri oldu ney. Ney, ruh dinginliği sağlayan en yakın dosttur. Herhalde şehirleşme sürecinde dostlarımızı kaybediyoruz ki bir başka dosta sığınma ihtiyacı hissediyoruz! Ama şu var ki ney, fiziksel ve ruhsal sıkıntılarımızın ilacı olmasının ötesinde Yüce Dost’a götüren ulaşım yollarından birisidir. Bu sazı öğrenmek isteyenlere tavsiyem başladıkları işi bırakmasınlar. Bir merakla başlanan dersler, zamanla duvarlara süs olarak asılan neylerin hazin bakışlarıyla son buluyor. Çok çalışmanın yanında üstadları da çok dinlemek gerekir. Taklit bu aşamada en önemli çalışma sistemidir.

– “Mûsiki âşıkın aşkını, fasıkın da fıskını artırır” diye bir söz var bu sözle ilgili yorumunuzu alabilir miyiz?

Bu söz Gazali ye ait bir sözdür. Yine onun ifadesi; “Müzik bir bıçak gibidir, elma kesmeye kullanırsan caiz, adam öldürmeye kullanırsan haramdır”. Demek ki, müzik de aynen şiir gibi meşru çerçeveler dahilinde olmalıdır. Müziği icra etmek de, dinlemek de aynıdır bu manada. Fakat yukarıdaki söz, dinleyen için geçerlidir. Dinlenilen müzikten ne anlamak istediğine bağlıdır. Mesele bundan ibarettir.

– Ritmin ön planda olduğu, zikirle desteklenen, âşina olduğumuz eserlerin sözleri değiştirilerek yapılan ilahi kasetlerini nasıl yorumluyor ve halkın bu çalışmalara ilgisini neye bağlıyorsunuz?

Halk musikisini dini müziğimizden ayrı düşünmek yanlıştır. Anadolu’nun İslamlaşmasında büyük rol sahibi erenler; Yunus Emre, Hacı Bektaş, Kaygusuz Abdal, Hacı Bayram, vs. ve onların müritleri ilahileri kopuz, daha sonra bağlamalarla halka aktardılar ki bunlar “ozan” lardır. Fakat bugün sizin bahsettiğiniz yapıdaki eserler bunlarla eşdeğer değildir. Eserlerin asıllarıyla okunması en güzel olanıdır ve öyle olması da gerekir bence. Bahsettiklerinizin halk tarafından talep edilmesi bu müziğin böyle sunulmasını ve ilgi görmesini sağlamıştır. Benim kanım şu ki; dini müzik eğitiminin istenilen seviyede yapılamamasından dolayı bir boşluk oluşmuştur. Sözünü ettiğiniz kasetler de bu boşluğu doldurmak için üretilmiştir. Alternatifler üretilemediğinden dolayı da halk, bu kasetlere ilgi göstermiştir.

– Yeni albümünüz, “Dilbeste” hakkında bize biraz bilgi verebilir misiniz?

Solo olarak 4.üncü albümümüz olan “Dilbeste”, “Kalbi bağlı”, “aşık” anlamına gelmektedir. Aslında sunmak istediğimiz elbette Allah (c.c.) ve Hz.Muhammed (s.a.v) sevgisi idi. Zaten Tasavvuf musikisi de bu amaca hizmet etmektedir. Albümde okuyacağımız eserleri seçerken musikimizin klasikleşmiş eserlerini seçmeye gayret ettik. Hüseyin İPEK, Yener ELMAS, Celalettin BİÇER, Bülent UYAROĞLU, Mustafa BAYRAM, Serdar AÇİN gibi çok kıymetli saz üstadları ile çalıştık. Müzik Yönetmenliğini yapan Serbülend ARPA kardeşimi ve vokalde bize eşlik eden Dr.Hakan BAYRAKTAR ve Esat AYDOĞAN gibi sanatçı kardeşlerimi ve yine Oğuzhan TAN kardeşimi burada anmak isterim. Hakikaten içimize sinen bir çalışma oldu. Mümkün olduğu kadar çok eseri seslendirmeye çalıştık. Albüm değişik makamlardan oluşan 19 eserden oluştu. Tamamen akustik kayıtlar yaptık. Aslını bozmadan eserleri icra etmeye çalıştık. Dinleyicilerden de bu anlamda çok olumlu tepkiler aldık. Türk Tasavvuf Musiki’mize hizmet edebildiysek kendimizi mutlu sayacağız.

– Türk Müziği’nin dünya müzikleri arasında hak ettiği yere gelebilmesi için bir akademisyen gözüyle neler yapılmalıdır?

Müzikologlara göre, Türk müziği dünya müzikleri arasındaki yerini muhafaza etmektedir. Farabi’nin, İbn-i Sina’nın ve daha nicelerinin “nazariyatçılıkları” tartışılamaz. Bu, eskiden beri kabul görmüş hatta yüzyıllarca eserleri Batı’da okutulmuş ve halen okutulmaktadır. Ancak bugün popüler manada klasik müziğimiz, bırakın dünyayı kendi ülkemizde dahi önceki yüzyıllara rağmen popüler değildir. Aynı şeyi Dini Musikimiz için de söyleyebiliriz. En başta çocuklarımızın kulaklarını bizim müzik sistemimizin sesleriyle doldurup, okullarda Türk müziği ve Türk müziği enstrümanları dersleri verilmeli, gençlerimizi bu yönde teşvik etmeliyiz. Fakat müziğimizin dünya müzikleri arasında olup ilgi görmesi açısından dünya müziği de takip edilmeli, gelenekleşmiş müzikal kalıplarımızı bozmadan -dünya müziklerinden farkımızı göstermek açısından- belirli bir çizgide sunmalıyız. Bu sunma işi nasıl olmalıdır? Bu,Türk müzikçileri için hala tartışmaya açık bir konudur.

Mülâkat: Abdurrahman Alperen
Kaynak: Alperen 2000, Aylık İnternet Dergisi, Ocak 2007

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.