Fast-Food Müziği
Bu yazımn başlığına bakıp, “Allah Allah, demek şu ayaküstü aburcubur dükkanlarınında kendine mahsus müziği varmış!” diye düşünmekte haklısınız, sevgili okuyucular. Ama bendeniz böbrek nakil ameliyatı olmak üzere ABD’ye gitmeden önce -moda denen illetten hayatı boyunca uzak durmaya çalışmış bir insan olarak- ne şu “çabuk yemek” anlamıııdaki “fast-food”u bilirdim, ne de bunun, hemen her Amerikalının ağzındaki karşılığını: Junk Food” yani “çöp tenekesi yemeği”.
Zaman kazandırma gibi makul görünen bir kılıf altında Batı’nın bizim kültürümüze daima çöp tenekeleri soktuğunu, bu örnek enveciz şekilde anlatımyor mu? Ne dersiniz?.. Marshall yardımı adı altında kokmuş peynirlerle bozuk süt tozlarını bizim kültürümüze kim soktu?. Vücut ısısında erimediği için yüksek kolesterol ve damar sertliğine sebep olan bitkisel yağı “margarin” adı altında kim soktu; mis gibi zeytinyağımızın ve ısıtılıp köpüğü alınınca kolesterolü de kalmayan tereyağımızın yerine?!.. Daha 50 yıl öncesine kadar halkımızın yabancısı olduğu, içindeki tein-kafein birleşimi dolayısıyla sindirim bozuklukları, uykusuzluk, çarpıntı ve erken kireçlenmeye sebep olan çayı, bizim kültürümüze kim soktu (bin defa daha sağlıklı adaçayımızın, ıhlamurumuzun, kekiğimizin yerine)?.. Kumar makinesi benzeri, attığınız para karşılığında, kahve demeğe alıştığı (belki yarın daha çağdaş olsun diye blucinli papyonlu entellerimiz “kofi” demeyi yeğlerler) kahverengi sıcak suyu veren otomat pisliğini kim soktu kültürümüze? Siz, “recycle” yolu ile geldiği çöplüğe geri dönecek karton bardaktan içilen bu nanenin “kırk yıl hatırı” olabileceğine inanıyor musunnz? Kör alıcılar olmasa, kör satıcılar nasıl yaşardı acaba?!..
Hele, çalışan çalışmayan hemen kütün hanımlarımızın; önce çocuklarının sağlığı için kanser tehdidi taşıyan MSG (Mono Sodium Glutamate) ile hazırlandığına dikkat bile etmeden, paketlenmiş yiyeceklere alışmaları (10 yıl bile dursa bozulmayacak şekilde kimyevi koruyucu ve boyalarla dejenere edilmiş, üstelik dondurulmuş yiyecek, gıda değil, posadır), çabuk oluyor mazeretiyle (aslında tembellikten) doğranıp dondurulmuş (yani besin değeri sıfırlanmış) patates, havuç, bezelye ve soğanlarla, kanserojenliği sabit olduğu için Amerikalı’nın dahi terkettiği “micro wave” fırınlara özenmeleri…
Washington’da kaldığım zaman içinde, McDonalds, Kentucky Fried Chicken, 7-Eleven türü yerlerde yemek yiyen, aklı başında bir tek Amerikalı görmedim dersem inanınız, en azından çevremdeki yüzlerce müzik ve tabiat dostu içinde. Ha, onlar ne mi yerler? Amerikalı’nın, bilirsiniz, hamburger, “hotdog” (sosisli sandviç) ve “popcorm” (patlamış mısır) dışında milli yemeği yoktur (dünyaya külahı nasıl ters giydiririz diye düşünmekten, mutfak kültürlerini geliştirmeğe vakit bulamamış olmalılar!). Bu yüzden en çok düşkün oldukları, Çin, Hind, Tayland başta olmak üzere Meksika, İran ve İtalyan yemekleri. Canları Türk yemeği istediği zaman da köşedeki Rum lokantasına giriverirler. Tabii bilmeden!’Dolmilkis’in, peynirli borekis’in, musaka’nın, “cayro” diye okuduğu “döner”den çevirme “gyiro”nun aslını ne bilsin Amerikalı? Peki, Türk lokantası vardır da mı gitınezler? Yoo. Biz kendimizden vazgeçmeğe karar vereli neredeyse 150 yıl olduğu için, güzelim yemeklerimizin Amerikalı’ya tanıtılması en varlıklı lokantacılarımızı bile pek ilgilendirmez. Biz dışarıya yemeklerimizi değil, turistik ayin ekiplerimizle müzelerimizi götürürüz, oysa, mesela başkent Washington’da bir Konyalı, bir Hacı Salih, bir İskender niye olmasın? Ama iyi ki, ABD bizden vasıfsiz işçi istememiş, yoksa bütün Amerikayı Almanya gibi lahmacun kokuturduk!..
İyi, güzel de bütün bunların müzikle ilgisi ne, diye soracaksınız, değil mi? İlgisi şu: Til, üstün Çin beylerine hoş görünmek için kendi adlarını bırakıp Çin adları alan atalarımız Göktürk’lerden beri, niteliği ne olursa olsun “yeni” ve “yabancı”ya olan zaafımızı dünyaya o kadar güzel anlatmışız ki, müzik de dahil olmak üzere her türlü sanat-kültür, yiyecek-giyecek ve dil atıklarını bize boşaltmaktan büyük keyif alır olmuşlar. Tabii biz de bunları kendimizinkilerin yerine benimsemekten! Her yaştan gençlerimiz çöp tenekesi yemeğini kola’layıp bayılarak mideye indirirken, kulak zarını zorlayan gürültüyü müzik, eşliğindeki, yamyam tepinmesini de -ne yazık- dans zannediyorlar. Bırakın gece klüpleriyle pavyonları ya ömür boyu sürecek bir kutsal beraberliğin töreni olan düğünlerimizdeki oryantal genç kız ve ev hanımlarımızın haline ne diyeceğiz?!.. Hadi mide zehirlenmesi tıbbi yoldan tedavi edilir diyelim. Ya kültür zehirlenmesi?.. Biz, Mehterdeki ihtişamın ürpertisiyle teslim aldığımız düşmanı, müzikle fethediyorduk. Beethoven şahit! Onlar, kültür zehirlemesiyle sömürgeleştiriyor, maymunlaştırıyorlar. Yaratan şahit!
Cinuçen TANRIKORUR
Kaynak: Aksiyon, Sayı: 14 / Tarih: 11-03-1995
Bu yazıyı yeni farkettim. Okudum ve yazının nihayetine geldiğimde ne kadar eski bir yazı olduğunu farkettim. Neredeyse 15 sene olmasına rağmen mânâsı tazeliğini koruyor. Allah yazandan ve yayınlayandan ebeden razı olsun.
Saygılar…