Camiden Yükselen Musiki (İz Bırakanlar ve Hatıralar)
Musikimizin Özü
Türk musikimiz ilhamını ve membaını bizzat dinden yani dinî musikiden alır. Kâinatta dönüp dolaşan bütün lahuti sesler bir ilahî nefhanın yansımasıdır. Doğumda ezanla başlayan kulaklara seslenen o ahenkli musiki, hayat boyu pek çok durakta cami ve cami dışında karşımıza çıkar. Nihayetinde mezarda, yine ilahî bir kelam ile nihayet bulan ömrümüzde musiki, vazgeçilmez bir yere sahiptir. Peygamberimiz (s.a.s.)’in “Kur’an’ı güzel sesle süsleyiniz” ya da tam tersi bir ifade ile “Sesinizi Kur’an ile güzelleştirin” hadisinin ışığında musiki, inancın ifadesi ve Hakk’a teslimiyetin bir aracı olarak Müslümanlar arasında ayrı bir önem kazanmıştır. Peki, dün dinî musiki hangi mevkideydi, bugün hangi noktada ve ne hâlde?
Tarihin belli dönemlerinde din ve dinin güzelliklerini yansıtan kurumlar olarak cami ve tekkelerde farklı usul, form ve çeşitlilikteki musiki icrası zirveye ulaşmıştır. Pek çok meclis, mekân bu duruma şahitlik etmiştir. Buralardan çok önemli isimler yetişmiş ve halen yetişmektedir. Osmanlı döneminde, tanınmış hanendelerin çoğunun hafız, müezzin, imam, hatip ve mevlithan olmaları, din dışı musikinin dini musiki ile bağlantılı olması ve kaynağını ondan alması tezini daha da kuvvetlendirmektedir. Hafız Yaşar, Beşiktaşlı Hafız Rıza, Hafız Osman, Hafız Sami, Valide Camii Başmüezzini Hafız Cemal, Hafız Mecid, Hafız Sadettin Kaynak, Hafız Kemal, Hafız Yaşar, Hafız Burhan gibi büyük hafızlar Kur’an okumanın yanı sıra fasıllarda hanendelik etmişler, şarkılar, gazeller söyleyerek din dışı musikileri de icra etmişlerdir. Son dönem yaşamış ya da halen yaşayan isimler arasında sayacağımız Hafız Ali Üsküdarlı, Hafız Zeki Altun, Hafız Bekir Sıtkı Sezgin, Hafız Kani Karaca, Esat Gerede, Hüseyin Sebilci, Hafız H. İbrahim Çanakkaleli, Hafız Amir Ateş, Aziz Bahriyeli, Fevzi Mısır, Emin Işık, İsmail Coşar gibi önemli simalar ile dinî musiki geleneğimiz devam ettirilmektedirler. Bu isimlerin tarih sahnesinde pek çok mecliste Kur’an’lar, mevlitler, kasideler, gazeller okuduklarını ve pek çok önemli ana şahitlik ettiklerini biliyoruz.
Hafız Yaşar’ın Kaleminden 1932 Ramazanından Bir Sahne
1932 yılı Ramazan ayının 26. gecesi okunan mevlidi, Hafız Yaşar şu ifadelerle nakleder:
“Akşam namazından sonra kapılar kapatıldı. İçerde ve dış avluda benzerine az rastlanılan bir kalabalık vardı. Ancak polisin yardımıyla müezzin mahfiline kadar gidebildik. Teravih namazını Hacı Faik Efendi kıldırdı. Namaz sırasında ilahi ve ayin-i şerif okundu. Hoparlörler caminin her tarafına konulmuştu. Bu dinî merasim Türkiye’den ilk defa radyo ile bütün dünyaya yayılıyordu. Sıra mevlide geldi. Yirmi hafız iştirakiyle okunan mevlit pek muhteşem ve ulvi oldu. Perde perde yükselen bu ilahî nağmeler Ayasofya Camii’nin cidarlarından Türkiye sathına ve bütün dünyaya yayılıyordu. Cemaat sanki büyülenmiş, hoş olmuştu. Hele muazzam cemaatin de iştirak ettiği o tevhit sadaları, insana havalanacakmış gibi bir hafiflik hissi veriyordu, bu ulvi ve ilahî nağmeleri Atatürk de radyosu başında dinliyordu. Ertesi akşam huzuruna çağıran Atatürk bana şunları söyledi:
“Dinî merasimi radyodan takip ettim. Çok memnun ve mütehassıs oldum. Arkadaşlarınız hafız beyleri yarın akşam saraya iftara davet ediyorum. Kendilerini haberdar ediniz.
Atamın bu paha biçilmez iltifatları hayatımın en büyük manevi servetidir. Ertesi akşam hafızlar saraya geldi. Üst katta muazzam ve mükellef bir iftar sofrası hazırlanmıştı. Atatürk de sofrada bizimle beraber iftar etmek lütfunda bulundular. İftardan sonra hafızlara ayrı ayrı Kur’an okuttular. Hepsi teker teker iltifatlarına mazhar oldular. Huzurlarından ayrılırken hafızları Seryaver Bey’in odasına götürmekliğimi emrettiler. Orada hafızlara iki yüzer lira ihsanda bulunuldu. Sonra yine Atatürk’ün emri ile hafızlar otomobillerle evlerine kadar götürüldüler.”
Yine Vasfi Rıza Zobu hatıralarında Atatürk’ten bahisle anlatıyor: “…Kur’an’a da çok hürmeti vardı. Yanında üç hafız vardı: Hafız Yaşar, Hafız Hüseyin, Hafız Mehmet. Ben o hafızları, onun yanında Çankaya’da tanıdım. Saygıyla dinlerdi. ”
Musikide Dünyaca Şöhret Bulmuş Bir İmam: Hafız Saadettin Kaynak
Sultanahmet Camii İmam-Hatibi Hafız Saadettin Kaynak da bir döneme damgasını vurmuş önemli bir bestekâr ve sanatçımızdır. Hafız Sami onun için: “Kur’an okuma işinde birincilerden sayılır. O tatlı, o yumuşak ve zengin sesi, her şeyden ziyade Kur’an okumak için yaratılmıştır. O ibrişim sada, o güzel eda ne Kur’an’ı sıkar, ne kulakları tıkar ne de ruhları boğar.” diye yazar. Hafız Saadettin cüppe ve sarığını çıkartır Darüttalim-i musiki heyetiyle Berlin’de konser verir. Pathe firmasının düzenlediği konser için Kemani Sadi Bey, Kemençeci Aleko ve Udi Yorgo Bacanos’la 1930 Ocak ayında Paris’dedir. Sultaniyegâh, hüzzam, kürdili hicazkâr fasıllarını, “Salle des Fetes du Petit Journal” salonunda Eftalya Hanım’la birlikte söyleyecektir. Aynı yıllarda onlarca taş plaklara kendi eserlerini okumuş ve yine Atatürk’ün isteğiyle üst düzey askeri yöneticilere ilahiyat konferansları vermiştir.
“Kaniciğim Nerede Okumuştuk?”
Yakın tarihlerde kaybettiğimiz Kani Karaca (1930-29 Mayıs 2004) musiki çevrelerinin çoğunlukla ittifak ettiği kanaate göre İstanbul’un son elli yılda tanıdığı en seçkin hafız ve mevlithanlardan biridir. Doğuştan okuyuş yeteneği gerektiren hafızlık ve mevlithanlık ile besteli eserlerdeki icracılığı onun okuyuculuğunun iki yönüdür. Mevlit, kaside, ezan gibi yazılı bestesi olmayan, ancak doğaçlama ezgilerle okunan dinî musiki şekillerinden başka, Kur’an okumakta da büyük bir sanat başarısı göstermiştir.
Tanıyanlar Kani Karaca’yı gözleri görmeyen ama gönlü açık bir şahsiyet olarak anlatıyor. Hoş sohbeti, renkli kişiliğiyle dost meclislerine neşe katardı. En büyük özelliklerinden biri de taklit kabiliyeti idi. Bir gün hocası Üsküdarlı Ali Efendi’yi taklitle bir aşr-ı şerif okuyup teybe kaydetmiş. Ali Efendi bu kaydı dinlediğinde kendisi okudu sanıp “Kaniciğim biz bunu nerede okumuştuk?” diye sormuş.
Ali Ulvi Kurucu merhum ise “Hafız Kani’yi Dinlerken” isimli şiiri de Kani Karaca isminin önemini çok güzel ifade ediyor.
Bu nurdan ses, gerilmiş ufka, bazen bir gümüş tüldür,
Ve bazen, ah ü feryad eyleyen bir dertli bülbüldür!
Yakar ateşli feyadiyle, dem tuttukça eflaki,
Mezamiriyle coşmuş, Hazret-i Davud okur sanki!
Üç Buçuk Yaşlarında İken Hafız, Musikişinas: Bekir Sıtkı Sezgin
Bekir Sıtkı Sezgin (1936-10 Eylül 1996) musiki ve dinî kültürü yüksek bir aileye mensuptur. Sesi çok güzel olan babası Hafız Hüseyin Efendi, Hafız Hasan Akkuş, Fatih Camii imamı Ahmed Rasim Efendi (Filibeli Arap Hafız), Hafız Ahmed Efendi, Hafız Sadettin Efendi’lerden musiki dersleri alarak müziğe başlamıştır. 1946-1948 yılları arasında İzmir’deki teyzesinin yanına gittiği zamanlarda Hisar Camii’nde Bestekâr İmam-Hatip Rakım Elkutlu ile tanışır ve onun eserlerini kendisinden öğrenir. Çok küçük denecek yaşlarda, henüz 3-4 yaşlarında iken sokakta babası ile dolaşırken babasını evlerinin yakınında bulunan kahveye sürükler, gramofonun yanına oturur ve saatlerce plak dinlerdi. Üç buçuk yaşında hıfza başlayan Bekir Sıtkı Sezgin hıfzı beş yaşında tamamladı. Ortaokulun son sınıflarına kadar özel musiki eğitimi aldı ve dinî musikimizin her formuna ait eserler meşk etti, az çok bilgi sahibi oldu. Bu dersler babası tarafından yeterli bulunmadı ve mevlithan Hafız Mecid Sesigür, Laleli Camii Başmüezzini Hafiz Numan, Nuruosmaniye Camii İmamı Hafiz Hasan Efendi’den na’t, mevlit, ezan, talim, mahrec-i huruf dersleri aldırttı ve ardından “Bu zamana kadar musikiyi sana pratik olarak öğrettik. Şimdi ilmi yönden öğrenim görmenin zamanı gelmiştir. “Hadi bakalım! Konservatuvar imtihanına gir, muhakkak en iyi derece ile kazanacaksın” diyen babasının sözleri onun sınava girmesini ve başarılı olarak kazanmasını sağlamıştır. Konservatuvar süresince öğrendiği eserlerin çoğunu dinî eserler oluşturuyordu. 1959 yılından sonra İzmir’de Zakirbaşı İlhami, Manisalı Hafız Ahmed, Mübaşir Kemal, Hafız İsmail Efendi’den bilmediği klasik eserleri, tevşih, durak, tavır ve üslup öğrenen büyük üstat, bütün bu titiz derslerin ve uğraşların sonucunda usta bir ses icracısı olarak kendisine üstün bir zemin hazırladı.
Kur’an Tilavetinde Önemli Bir Marka: “Üsküdar Ağzı”
Geçen yıl aramızdan ayrılan, Üsküdar âşığı merhum Prof. Dr. Ahmet Yüksel Özemre (1935-2008) Kur’an tilavetinde Üsküdar ağzını özellikle babasından ve kendinin de öğrendiği şekliyle şöyle izah ediyor: Kur’an tilavetinde Üsküdar ağzına sahip hafızlara: 1) Musikiye fevkalade hâkim olacak şekilde bir eğitim verilir, 2) Hangi surenin genellikle hangi makamda okunacağı ve hatta 3) Bir sure içindeki belirli ayetler okunurken hangi makama geçiş yapılacağı dahi öğretilirmiş. Nazif Hoca’dan sonra bu işin eğitimiyle Hafız Ali Üsküdarlı meşgul olmuştur. Bu zatın yetiştirmiş olduğu hafızlar arasında bildiklerim: Merhum Kani Karaca ile İlhan Tok ve Emin Işık’tır.
Tanıdığım, Üsküdar ağzına sahip diğer zevat: 1) Arkasında Nakkaştepe Camii’nde teravih ve yatsı namazları kıldığım, babamdan daha yaşlı, Osmanlı Hanedanı’nın son müezzinbaşısı ve Dümbüllü İsmail Efendi’nin (1897-1973) amcası olan Hafız Muhiddin Tanık Efendi (1878-1952), 2) Üsküdar Emetullah Gülnuş Valide Sultan Camii imam ve hatibi hezarfen Necmeddin Okyay Hoca (1883-1976), ve 3) Üsküdar Mihrimah Sultan Camii (İskele Camii) imamı Hafız Nafiz Uncu Hoca’dır (1886-1958). Hezarfen Necmettin Okyay Hoca Kur’an tilavetinde Üsküdar ağzı eğitimi almamış olmasına rağmen bu ağzı edalı bir şekilde gayet iyi taklit ederdi.
Âdeta bir yaylı tamburun müzikalitesine sahip olan sesini pek beğendiği Kani Karaca için babam, Hafız Ali Üsküdarlı’nın: “Bu çocuk önüme gelen en müstaid talebeydi; ama ona bildiklerimin ancak yüzde onunu öğretmiştim ki kayınpederi onu hemen piyasaya sürdü. Yazık oldu!” demiş olduğunu anlatırdı.
Kamil Büyüker
Behramçavuş Camii Müezzin-Kayyımı / İstanbul
Kaynak: Diyanet Aylık Dergi Mayıs Eki 2009
Henüz yorum yapılmamış.