738. Vuslat’da Bayâtî Mevlevî Âyin-i Şerîfi icra edilecek.
Hz. Mevlana’nın 738. Vuslat Yıl Dönümü etkinliklerinde bu yıl Derviş Mustafa Dede (Kûçek)’nin Bayâtî Mevlevî Âyin-i Şerîfi icra edilecek.
Uluslararası Mevlâna Kültür Merkezi’nde, Kültür ve Turizm Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü Konya Türk Tasavvuf Müziği Topluluğu’nun düzenleyeceği Mevlevî mukabelesinde bu yıl Derviş Mustafa Dede (Kûçek)’nin Bayâtî Mevlevî Âyin-i Şerîfi icra edilecek.
7-17 Aralık 2011 tarihlerinde Mevlâna Kültür merkezinde düzenlenecek olan Hz. Mevlâna’nın 738. Vuslat Yıldönümü Uluslararası Anma Törenleri’nde, bu yıl 21 Sema proğramı icra edilecek.
1958’den bir Bir Makale
Refii Cevat Ulunay
KÛÇEK MUSTAFA DEDE
Bu sene Konya’da Mevlâna ihtifali münasebetiyle yapılan eski “Mevlevî Ayin”i timsâlinde bestekârı “Köçek Mustafa Dede” mevlevî şahsiyetler arasında mühim bir mevki sahibidir.
Hal tercümesi hakkında 2 rivayet vardır:
Biri Mustafa Dedenin Edirne Mevlevîhânesi’nde çile çıkardığını ve Aşçı Dedeliğe tayin edilerek hizmetten sonra yine Edirne’de vefat eylediğini gösterir. Hatta Edirneli şâir Rüşdî’nin:
Mâye-i şevk-i dilim, arâm-ı cân-ı munisim
Terk idüp dâr-ı fenayı eyledi azm-ı beka
(Rüşdî)-i biçâre didi fevtinin târihini
Bülbül-i gülzâr-ı cennet ola (Köçek Mustafa)
Diye bir tarihi dahi vardır. Bu malûmatta Mustafa Dedenin Dördüncü Murat devri ricalinden olduğu ve “Beyâtî” makamının mucidi olduğu da söylenir.
İkinci malûmat -ki hakikate daha yakın olduğunu zannediyorum- şöyledir:
Mustafa Dede, Rumeli Yenişehir köylerinden birinde doğmuştur. Babası fukarayı sofiyeden imiş. O asrın vezirlerinden birine intisap etmiş, bu zâtın vefatı üzerine Konya’ya gelmiş, Ebû Bekir Çelebi’nin hizmetine girmiş. Ebû Bekir Çelebi İstanbul’a getirilince O da Afyonkarahisar’ına gitmiş, çilesini orada ikmal ederken Afyon Şeyhi Çelebi Arif Efendi Konya’ya tayin edilmiş ve derviş yine şeyhsiz kalmış. Çilesini bitirmiş, Dede olarak Afyon’da kalmış. Mustafa Dede maneviyatını zenginleştirmek için bir kaynak ararken Bağdat Mevlevîhanesi “postnişîn”i Kehhâzâde Ebû Bekir Efendi nâmında gayet âlim, fâzıl bir zat Afyon Şeyhliğine tayin edilmiş. Mustafa Dede bu zâtın bütün kemalâtına varis olmuştur. Şeyhin vefatı üzerine Afyon’a şeyh tayin olunmuştur.
Zekâi Dede, Hafız Ahmet Efendi, Afyon Mevlevîhanesine Afyon’da medfûn şeyhlerin mezarlarını ziyaret etmek üzere gittiği sırada Afyon Dergâhı Şeyhi Celâlüddin Dede’nin kendisine bir sanduka göstererek:
– Beyâtî ayininin sahibi burada yatıyor.
Dediğini, fakat sandukada kitabe ve tarih bulunup bulunmadığını iyice hatırlamadığını söylüyor. Son yapılan incelemede Râşit Efendi nâmında bir zat, Mustafa Dedenin; dergâhın ilk şeyhi Sultan Divânî’nin yanında bulunan sandukalardan ikincisinin yerinde olduğunu söylemiştir.
Bütün bu incelemelerden sonra Mustafa Dedenin Afyon’da medfûn olduğu hemen hemen muhakkaktır.
Edirne’deki Köçek Mustafa Dedenin, bir başka Mustafa Dede olması ihtimali galiptir.
Beyâtî ayininin sahibi meçhul “Beste-i Kadîm”lerden sonra bestekârı malûm olarak bestelenen ayin olduğu ihtimali de zayıftır. Çünkü Konya Mevlâna Külüphanesi’nde 1114 tarihli bir ayin mecmuasında Beyâtî ayininin “Beste-i Kadîm”lerden evvel yazılmış olduğuna dai; bir kayıt vardır.
Milliyet, Sayı: 3090, 17 Aralık 1958, s.3
Bayâtî Mevlevî Âyin-i Şerîfi *
Derviş Mustafa Dede (Kûçek)
1. Selam
Şâhâ zi kerem ber men-i dervîş niger
Ber hâl-i men-i hâste-i dil-rîş niger
Her çend neyem lâyık-ı bahşâyiş-i tu
Ber men beniger ber kerem-i hîş niger
“Hey güzeller şahı, kerem et de, ben bu fakir dervişe bir bak.
Bu gönlü yaralı hasta halime bir bak.
Ben her ne kadar senin lütfuna layık değilsem de,
bana bakma da kendi keremine bîr bak.”
Yâ Râb zî du kevn biniyâzem gerdan
Ez efser-i fakr ser-efrâzem gerdan
Ender harem et mahrem-i râzem gerdan
An reh ki ne sûy-i tüst bâzem gerdan
Biyâ biyâ ki tuyi cân-ı cân-ı cân-ı semâ
Biyâ ki çeşme-i hurşîd-i zîr-i sâye-i tust
Hezâr zühre tu dârî ber asmân-ı semâ
“Ey Allahım: Beni iki dünyada da muhtaç etme.
Yokluk tacı ile benim başımı yücelt.
Senin kendi hareminde beni sırlara mahrem eyle.
Sana gitmeyen yoldan beni geri çevir.
Gel, gel ey sevgili ki sen semâ’ın, canının canının, canısın.
Gel ey sevgili, sen semâ bahçesinde salına salına yürüyen bir serviye benzersin.
Gel ey sevgili ki, güneş çeşmesi senin gölgenin altındadır.
Sen semâ’ın göğünde binlerce zühreye sahipsin.”
2. Selam
“Yâr” Çu in sultân-ı mârâ bende bâşî
“Yâr” Heme giryende tu der hande bâşî
“Yâr” Eğer pür gam şeved etrâf-ı âlem
“Yâr” Tu şâd u hurrem u ferhunde bâşî
“Yâr” Be âşk-ı Şems-i Tebrizî bidih cam
“Yâr” Ki der mülk-i Hüdâ payende bâşî
“Ey sevgili, sen bizim sultanımıza kul olursan,
herkes ağlamaklı olur ve sen gülersin, memnun olursun.
Eğer bütün alem gam içinde kalsa da,
sen memnun şad ve kutlu olursun.
Ey sevgili: Tebrizli Şems’in aşkı için bize kadeh sun.
Ta ki böylelikle Tanrı’nın mülkünde baki kalasın.”
3. Selam
Nâgehân anber-feşân âmed sabâ
Bûy-i meşk ü zağferân âmed sabâ
Gül şükûfte ender in sahn-ı çemen
Sad nevâ-yı bülbülân âmed sabâ
Şems-i Tebrîzî sabâ-hâl âşk guft
Aşıkânrâ cân-ı can âmed sabâ
Ansızın sabâ rüzgârı anber saçarak geldi.
Sabâ rüzgarı misk ve anber kokuları ile geldi.
Bu çemenlikte güller açmış sabâ rüzgarı
yüzlerce haykırış ile birlikte geldi.
Şems-i Tebrîzî Sabâ rüzgarı edasıyla aşk, dedi;
âşıkların canının canı sabâ geldi.
Ey ki hezâr-ı aferin bu nice sultân olur
Kulu olan kişiler Hüsrev-ü hakan olur
Her ki bugün Veled’e inanuben yüz süre
Yoksul ise bay olur bay ise sultan olur
“Ey binlerce varı, yaratan, bu nasıl bir sultandır ki,
onun kulu olan kişiler, padişahlar padişahı olmada, şahlara buyruk yürütmede.
Bugün Veled’e inanarak ona, onun kapısına yüz süren kişi,
yoksulsa zengin oluyor, zenginse sultan kesiliyor.”
(Bu iki beyit Eflâkî Ahmet Dede’nindir. Her âyinde üçüncü selâmın içinde geçer.)
An surh-kabâyı ki çu mehpar berâmed
İmsâl der in hırka-i jengâr berâmed
Şemsulhakk-ı Tebriz resîdest bigûyîd
K’ez çerh-u safa an meh-i envâr berâmed. (**)
“O kırmızı elbiseler giymiş olan sevgili, bir ay parçası gibi çıkageldi.
Bu sene o pas rengine bürünmüş bir hırka ile çıkageldi.
Tebriz’in Tanrı güneşi geldi deyiniz.
O nurlara gark olmuş kişi, ay gibi güzel, safa dünyasından çıkageldi.”
Her ki zi uşşak girîzân şeved
Bâr-i diğer hâce peşîmân şeved
Her ki sebû-yi tu keşed akıbet
Der harem-i işret-i sultân şeved (***)
“Aşıklardan kaçan sonra gör ki
ey efendi, nasıl pişman olur.
Senin destini-elini taşıyan, sonunda
senin işret haremine (meclisine) sultan olur.”
Kad Eşrekadid dünya min nuru hümeyyâna
Vel bedrü alâ sakivel ke’sü süreyyânâ
Es sabyetü İmânî ve’l halvetü bostânî
Vel mescirü nedmânî ve’l verdü muhayyânâ (****)
“Hümeyyamızın nurundan dünya nurlandı. Yani: Şarabımızın nuru ile dünya aydınlandı.
Ay sakimizin ve kadeh de Ülker Yıldızımızın üzerindedir.
Samimiyet imanımdır. Yalnızlık da bahçemdîr.
Ağaçlık sulak yerler arkadaşım, güller, yüzümdür.”
Câme siyeh kerd küfr nûr-ı Muhammed resîd
Tabl-ı beka küftend milk-i muhalled resîd
Dil çu şuturlâb şud âyet-i heft âsmân
Şerh-i dil-i Ahmedî heft mücelled resîd
Tabl-ı kıyamet zedend sûr-i haşr mîdemed
Vakt şud ey murdegân haşr-i mücedded resîd
Ez pey-i namahremân gufl zedem ber dehân
Hîz bigû mutribâ işret-i sermed resîd (*****)
“Küfre gark oldu da elbisesini siyaha boyadı. Ama sonda Muhammed’in nuru erişdi.
Beka davulunu çaldılar. Ve daimi olan mülk erişdi.
Gönül üsturlab (Pusula) gibi yedi göğün delili oldu.
Ahmed’in, yani Hz. Peygamber’in gönlünü şerhetmek ve ahvali, hali anlatmak için yedi ciltlik kitap yazmak lazım geldi.
Kıyamet davulunu çaldılar, Mahşer surunu üflediter.
Ey ölü kişiler: Vakit geldi ve yeni bir haşr “uyanma” erişdi.
Sırrımı anlamayanlar için ağzıma kilit vurdum.
Ey mutrib “Müzik yapanlar kalkınız” de. Çünkü ebedî sarhoşluk zamanı erişdi.
4. Selam
Sultân-ı menî sultân-ı menî
Ender dil ü can îmân-ı menî
Der men bidemi men zinde şevem
Yek can çi şeved sad cân-ı menî
“Sultanımsın, sultanımsın, gönlümde, canımda imanımsın.
Bana üflersen dirilirim, bir can da ne oluyor ki? Yüzlerce canımsın.”
(Dîvân-ı Kebîr’deki bu iki beyit, her ayinde tekrarlanır.)
- (*) Şimdiye kadar bestecisi bilinen en eski Mevlevî âyîn-i şerîfi.
- (**) Kulliyât, I/255.
- (***) Kulliyât, I/407.
- (****) Kulliyât, I/112.
- (*****) Kulliyât, I/354.
Henüz yorum yapılmamış.